bursa escort bayan

Altıparmak Escort Eve Gelen Escort Gemlik Escort Görükle Escort İnegöl Escort Karacabey Escort Kumla Escort Masöz Escort Mudanya Escort Nilüfer Escort Osmangazi Escort Otele Gelen Escort Rus Escort Sınırsız Escort Travesti Escort Ukraynalı Bayan Escort Yıldırım Escort
altıparmak escort çarşamba escort eve gelen escort gemlik escort görükle escort gürsu escort heykel escort inegöl escort iznik escort karacabey escort kestel escort masöz escort mudanya escort mustafakemalpaşa escort nilüfer escort orhangazi escort osmangazi escort otele gelen escort rus escort sınırsız escort üniversiteli escort whatsapp escort yıldırım escort
adalar escort adana escort anadolu yakası escort ankara escort antalya escort arnavutköy escort ataşehir escort avcılar escort avrupa yakası escort aydın escort bağcılar escort bahçelievler escort bakırköy escort balıkesir escort başakşehir escort bayrampaşa escort beşiktaş escort beylikdüzü escort beyoğlu escort bodrum escort bursa escort büyükçekmece escort çanakkale escort çatalca escort diyarbakır escort düzce escort edirne escort elazığ escort esenler escort esenyurt escort eyüp escort fatih escort gaziantep escort gaziosmanpaşa escort güngören escort istanbul escort izmir escort kadıköy escort kağıthane escort kartal escort kocaeli escort konya escort küçükçekmece escort kuşadası escort malatya escort maltepe escort marmaris escort mersin escort muğla escort pendik escort rus escort sakarya escort sancaktepe escort sarıyer escort şile escort silivri escort şişli escort sultanbeyli escort tuzla escort ümraniye escort üsküdar escort yalova escort
Bugun...


Papapha Mahinur Tuna

facebook-paylas
KEFKEN VE AHCIPSI KÖYLERİ
Tarih: 21-04-2019 08:04:00 Güncelleme: 21-04-2019 08:04:00


KEFKEN VE AHCIPSI KÖYLERİ

Bilindiği üzere Kefken uzun süredir Büyük Kafkas Sürgünü'nün sembolü haline geldi.  ilk kez Rahmetli Ömer Büyüka'nın yazıları ve şiirleri ile gündeme gelen bu kıyı, özellikle Abhazların çok büyük kayıplar verdiği bir yer olarak, daima hafızalarda yaşadı. 


Abhaz-Gürcü Savaşı sırasında Türkiye'ye gelen üç konuğun 21 Mayıs 1993 günü burayı ziyaret etmeleri ve bu ziyaretin  Alaşara dergisinde yer alması, Kefken'i mekan olarak gündeme getiren en önemli etken oldu.  Ondan sonraki yıllarda bazı Adige ve Abhaz gençleri buraya giderek bilgi edindiler ve derneklerin ilgisini bu bölgeye çektiler.


Ben de ilk kez bu gençler sayesinde  Kefken'i görme olanağı buldum. O yıl sadece Abhaz derneği ve Bağlarbaşı derneğinin yönetim kurulu üyeleri ve bu gençlerden oluşan küçük bir grupla yaptığımız ziyaret sonucu, ertesi yıl buraya bir sürgün anıtı dikmeye karar verdik. Ancak ertesi yıl, sadece Abhaz derneği adına bir tabela asmaktan öte geçemedik. Sonraki yıllarda burası bildiğiniz gibi hayli ilgi gören bir alan haline geldi ve gerçekten tüm derneklerin ve özellikle çevre derneklerin çabaları ile Kefken, Sürgünün sembolü oldu.

Bu gün, geriye dönüp baktığımızda burada yapılan görkemli törenlerin, halkımızı bilinçlendirme konusunda yararlı olduğunu görüyoruz. Ancak, Sürgün tarihi bakımından buraya gelen insanlar kimlerdi?  Başlarına ne geldi ? Sonra nerelere yerleştiler?  gibi tarihsel bir çalışma yapılmadığını da görüyoruz.

 
Oysa anayurtlarından sürülen bu halkın her bölgesinin, her köyünün, her ailesinin, hatta her ferdinin ayrı bir göç öyküsü vardı ama bu güne kadar derlenmediği gibi yazılı hale de getirilmedi. Yazılı bilgiler çoğunlukla göç öncesine yönelik ve Kafkasya kaynaklıydı. Kafkasya'dan göç ettikten sonra insanların başına ne geldiği konusu ise, biraz yabancı kaynaklarda, biraz Osmanlı arşivlerinde, biraz da halkın anılarında yaşıyordu. Osmanlı kaynakları konusunda güzel bir çalışma yapan Bedri Habicoğlu'na bu anlamda teşekkür borçluyuz.

Ben her zaman sürgünün anayurt dışındaki boyutunu merak eden biriydim. O nedenle zaman buldukça  özellikle “Kefken Abhaz Mezarlığı” ve “Kesepha Elif” hakkında bilgi toplamaya çalıştım. Edindiğim bazı bilgileri az da olsa sizlerle paylaşmak istiyorum.


Rahmetli Ömer Büyüka ile Abhaz dilinin etimolojisi ve bazı kitaplarını Abhazca'ya çevirmek için birlikte çalışırdık. Onunla geçirdiğim 35 yıl benim için on tane üniversiteye değdi. Ömer Amca'nın annesi de Kefken'de karaya çıkan Abhazlardan biriydi. Ondan ve diğer göçmenlerden dinlediği acıklı öyküleri kaleme almıştı. Kefken'de karaya çıkan Abhazlardan bir gecede 400 kişinin öldüğünü, orada açlıktan, hastalıktan, sefaletten ölen kişilerin haddi hesabı olmadığını anlatırken ve Elif'in ağıdını okurken olayı bir kez daha  yaşardı. Onun göz yaşları beni de etkilemiş olmalı ki Elif hep aklımın bir köşesindeydi. Rahmetli kardeşim Beybulat,  Acıelmalık “Abjakua” köyünden bir Beygua-pha ile evlenince bu köye sık gider oldum. Gelinimizin babası Beygua İzzet, iyi Abhazca ve Rumca bilen biriydi.  Rumca'yı Yunanistan'da öğrenmişti. Ona, Acıelmalık Köyü hakkında bir şeyler sordum. Bu köyün Abhazya'nın Abjıwaa bölgesindeki  “Abjakua Köyü” sakinleri tarafından kurulduğunu, önce Kefken'de karaya çıktıklarını, bir süre Karaağaç Köyü ve çevresinde yaşadıklarını, daha sonra bu gün “Acıelmalık” diye bilinen bu köye gelip yerleştiklerini ve  Abhazya'daki gibi köylerine  hala “Abjakua” dediklerini öğrendim.

 
İzzet Amca, köyde yaşayan sülaleleri sayarken,  Kesba ailesinden de söz etti. Ben de Kesepha Elif'i sordum. Adını bildiği gibi, kendisini gördüğünü de söyleyince çok heyecanlandım ve hemen not ettim. Abjakualılar  Kefken'den buraya gelince Abhazyadaki köylerini aratmayacak  güzellikte bir köy kurmuşlar ki, görenler buraya “Küçük İstanbul” demeye başlamışlar. Köy o günün koşullarına göre zengin bir köymüş. Ambarları dolu, hayvanları bol, bereketli bir köymüş, o yüzden köye çeteler dadanmaya başlamış. Bunların başında da İpsiz Recep varmış. Bu çete savaşlarının sonucu mu, yoksa başka bir nedenle mi bilemeyeceğim, bu köyün tamamı  başka Abhaz köyleri ile birlikte Selanik'e sürülmüş. Kesepha  Elif de onlarla birlikte Yunanistan'a gitmiş. İşte İzzet amca onu Yunanistan'da görmüş. kendisi küçük bir delikanlı iken Kesepha Elif yüz yaşın üzerindeymiş, kendisi gibi yaşlı biri olan Ajiyba Mahmut * ile Selânik'e bağlı, yine “Abjakua” diye anılan  köylerinde, onları ocak başında sohbet ederlerken görmüş. İzzet amcalar mübadele sonucu Türkiye'ye geri dönmüşler ve yine eski köylerine gelip yerleşmişler,  tabii epey fire vererek. Anlaşılıyor ki Elif Abhazya'dan sürüldükten sonra, önce Varna'ya gitmiş, soydaşları ile birlikte orada 13 yıl kaldıktan sonra Türkiye'ye gelmiş, Kefken kıyılarında yaşanan dramdan sonra, Acıelmalık “Abjakua” köyünde bir süre yaşamış, oradan Selanik'e sürülmüş ve orada ölmüş. Kadıncağızın sürgün çilesi sonunda Yunanistan'da noktalanmış. Şu an kemikleri bir mezarlıktan bile  yoksun olarak Yunanistan topraklarında yatıyor.

 
Değerli dinleyiciler.  “Kefken Abaza Mezarlığı” olarak bilinen ve bu gün Karaağaç Köyünde  dikilen ikinci anıtın bitişiğindeki  koruluk. Kesepha Elif'in elinde açamguru ile akşama kadar ağıt yakıp  dolaştığı toplu mezar bölgesidir. Bu mezarlar üzerinde herhangi bir mezar taşı olmadığı için insanlar o masum kemiklerin üzerinde dolaşmakta, törenler sırasında açlıktan ölen bu zavallıların hemen bitişindeki tören alanında dağıtılan kumanyalar yenmektedir. Katıldığım birkaç törende bunları gözümle gördüğüm için Kesepha Elif'in sesini duyar gibi oldum.“Bari sen sen yapma !” der gibiydi. O günden sonra oraya gitmek yerine, biraz araştırma yapmaya karar verdim.

 
Yaptığım küçük bir araştırma sonucu Kefken'de karaya çıkanların Abhaz olduğunu öğrendim. Benim söyleşi yaptığım insanlar çoğunlukla Abhaz oldukları için kendi öykülerini anlattılar. Burada karaya çıkan Adige veya Ubıh var mıdır? Bunu bilmiyorum. Bunun da mutlaka araştırılması gerek. Benim öğrendiğime göre Kefken'e gelen Abhazlar çoğunlukla Abhazya'nın Ahçıpsı, Abjıwaa ve Abzıp bölgelerinden gelen Abhaz köyleriydi. Bunlar önce Bulgaristan'ın Varna kıyılarına gitmişler ve orada 13 yıl yaşamışlar daha sonra Kefken'e gelmişler.


Ömer Büyüka 1864'de sürülenlerin çoğunlukla Abhazların Ciget (Sadzwa), Ayıbga,ve Ahçıpsı boyları olduğunu, daha sonra  Kefken'de karaya çıkanlar arasında  Abjıwaa ve Abzıp boylarının da olduğunu söylüyor ve onların dramını en ince ayrıntılarına kadar anlatıyordu. Bu bilgiler Kefken ile ilgili kitapçığımızda yer alacağı için burada söz etmeyeceğim. Ancak, Ömer Büyüka'nın Tırşı Murat'dan naklettiği “Kefken'e geldiğimiz ilk gece 400 kişi açlıktan ölmüştür” sözlerinin altını çizmeden edemeyeceğim.

 
Burada, açıkta konaklayan Abhazların büyükleri, köy kurabilecekleri yerleri araştırmak için uzaklara gidince, orada kalan kadınlar bir somak mısır için ırgatlık yapmışlar. Bir değirmenin bahçesinden izinsiz incir koparan bir Abhaz, değirmencinin kurşunlarıyla can vermiş. Konakladıklara yere gelen bir kediyi yemek için avlamaya çalışan çocuklar bunu başaramayınca çürük ağaçların yumuşak kabuklarını yemiş ve zehirlenip ölmüşler. Gün gelmiş dilenmişler, gün gelmiş çalmışlar. Bu korkunç görüntüler karşısında Elif'in ağıtları artık acının ötesine geçmiş, her satırı bir beddua olmuş.


Ben burada, bir de  rahmetli Aşamba Orhan Çakar'ın Harmantepe köyünü anlatırken dile getirdiği bazı satırlara yer vereceğim.  Harmantepelilerin yarısından fazlasının Kefken Karaağaç köyünden geldiğini, buraya da Bulgaristan'ın Varna kentinden geldiklerini söylemişti.  “Bunlar Abhazya'nın Yeşıra ve Abjıwaa bölgesinin insanlarıydı” dedi. Ayrıca, “Karaağaç köyünden dağılanlar çeşitli köylere gitti. Onlar ilk geldiklerinde Kefken ovasına, taa Kuzça, Dombaybayırı denen yerlere kadar dağıldılar. Karaağaçtan etrafa yayılanlar. Kolcoğlu, Dombaybaş gibi köylere yerleşti. Dombaybaş'da Kucaalar vardı. Bıçkı köyünün bir kısmı da Kuzçalıdır.”  dedi.

 
Yine Abhazya'daki kaynaklarda da adı geçen Şamı Osman'ın Abhazya'da iyi bir lider olduğunu, 1866 yılında Abhazya'daki Lıxnı ayaklanmasına karışan ve oradaki konuşmaları yürüten büyük bir hatip olduğunu ve Varna üzerinden Karaağaç'a geldiğini, söyledi.
“Kefken'e gelen Abhazlar sadece bunlar değildi. Koynalı, Limandere, Sinanoğlu, Kuzça, Adatepe, Karapınar, Dombaybayırı ve Dombaybaş gibi köyler de zamanında buradan dağılan Abhazların kurduğu köylerdi”  dedi. Daha sonraki araştırmalarımda bir çok Ahçıpsı köyünün Kefkenden dağılmış olduğunu öğrendim. Türkiye'de Ahçıpsı köyü olarak bilinen 20'ye yakın Abhaz köyünün önemli bir kısmı Kefken'den dağılmış.

Bu gün Ahçıpsı bölgesi 2014 Soçi Olimpiyatları nedeniyle de gündeme gelmiş bir bölgedir. Bildiğiniz üzere  Olimpiyatların yapılacağı yer olan ve “Krasnaya Polyana” yani “Kızıl Yayla” denen  yerin eski adı “Kbadaa” yani “Gubadü” adını taşımaktadır. Gubadü tam bir Ahçıpsı bölgesidir. Agubaa hepinizin bildiği gibi soylu bir Abhaz sülale adıdır. Hatta Abhaz folklorunun en değerli eserlerinden biri olan Madan Sakanya'nın öykülerinde Agubaa Tıkua adlı Ahçıpsılı bir adamın öyküsü anlatılır. Soçi ve çevresindeki bir çok yer adı yani toponim bu gün de Abhaz diliyle anılmaktadır.  Ahçıpsı bölgesindeki tüm akarsu isimleri ve yer adları da öyledir. 19. yüzyılın başında Ahçıpsı bölgesi olarak bilinen bu bölgenin halkının tamamı bu gün Türkiyededir ve  hepsi  Ahçıpsılı olduklarını bilirler. Benim tespit edebildiğim Bıçkı-Hücac Bey, Yarça Kuarçügia, Kalyak, Tagorek -Kadırbey, Zorbek Bey, Apsara-Nüfren,  Apsara-Tshinara, Apsara-Tepsek, Nüfren -Soğuksu, Çakallık, Sümbüllü, Efteniye'nin bir kısmı, Karadere, Kuzça, Hüseyin Şey, Karaçökek, Şabat Bey, Tavak gibi köyler Ahçıpsı köyleri olarak bilinir. Bu köylerde yaşayan ve halen Ahçıpsı diyalektiyle konuşan pek çok aile vardır.

 
Bu köyler hakkında söyleşi yaptığım kişilerden biri olan Apsara-Nüfren köyünden  Hüatış Cihat Bey,  bu köyü Ahçıpsı bölgesinin Apsara köyünde yaşayan Abhazların oluşturduğunu,  Apsara'ya gelmeden önce Kefken'de kaldıklarını, köylerini Mas-yıpa Hacıbat Bey'in kurduğunu söyledi ve  köyün tarihçesini anlatırken. “1865 yılında Abhazya'nın Ahçıpsı bölgesinden 62 kişi seçip Türkiye'ye gönderdiler. O zaman Osmanlıların başında Abdülmecid vardı. Bu temsilciler buraya gelip yerleşmek istediklerini söylediler,  padişah  da onlara  İstanbul ile Bolu arasına yerleşebileceklerini belirtti.” dedi.
Ahçıpsı köylerinin yanı sıra bir Cigerda köyü olan Cigerda-Soğuksu köyünün de yine Kefken'den dağılan köylerden biri olduğunu görüyoruz. Benim Türkiyedeki  Abhaz köyleri ile ilgili yaptığım “Köyler ve Öyküler” adlı bir kitap çalışmamda köylerin dışında, tek tek fertlerin de Kefkenle bağlantılı göç anıları olduğunu fark ettim. Ayrıca hemen her köyün bir kurucusu olduğunu ve köyün bu kurucunun adıyla anıldığını gördüm. Buna “Akıta zırtüaz” yani “Köyü oturtan” diyorlardı.  Bu köyü oturtan kişilerin de çoğunlukla feodal aileler olduğunu gördüm. Bu tür derlemelerden çok önemli genellemeler çıkarmak mümkün olabiliyor.

 
Kefken'e yapılan ilk toplu ziyaret olan 21 Mayıs 1993 tarihinden bu yana 17 yıl geçti. Törenler artık Kefken'e sığmaz oldu. Biliyorsunuz sürgün İstanbul dahil çeşitli kentlerde ve mekanlarda da anılıyor. Bu çok güzel ama hala sürgün tarihimiz yerinde sayıyor. Hatta saymıyor tamamen yok oluyor. Artık bu anıları anımsayıp anlatacak büyüğümüz de kalmadı. Ben şu küçük çalışma için yazılı kaynak bulamadım. İnternet'i taradım bir iki köyün dışında bilgi bulamadım. Bulduklarım da göç tarihi bakımından bir hiçti.
Değerli dinleyiciler geçmişi bilmeden geleceğimizi belirleyemeyiz. Bu gün Abhazya'nın dışında kalan pek çok Abhaz toprağının insanları burada yaşıyor. 19. yüzyıl başlarında Gagra'dan Soçi'ye kadar hem kıyıda hem de dağların içinde yaşayan Abhaz halklarından hiç biri hakkında Abhazya'da bir bilgi mevcut değil, sadece yer adları kalmış. Aynı şekilde  toprakları Abhazya sınırları içinde kalmışsa da üzerinde halkı kalmayan Tsabal gibi bölgeler de var. Bu da, bu bölge halklarının tarihini yazma görevinin bize ait olduğunu gösteriyor.  Ne yazık ki halkımız o dönemlerde yazılı kültürden mahrumdu. Yazılı kültüre geçtikten sonra da bunları yazacak duyarlı insanlardan mahrum kaldı.
Bu bakımdan bütün hemşehrilerimden rica ediyorum. Bu konuda duydukları tek satırı bile kaydetsinler. Kaydetsinler ki geçmişimizden ders alalım.


Kefken, tüm Çerkes halklarının sürgün sembolüdür ve de  Abhaz sürgününün en büyük delilidir. Ben inanıyorum ki Abhaz Dernekleri Federasyonu bu delile gereken önemi verecek ve bu büyük acı bir daha yaşanmamak üzere tarihe gömülecektir.  

Papapha Mahinur TUNA

21 Mayıs 2010

 



Bu yazı 8098 defa okunmuştur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YUKARI