bursa escort bayan

Altıparmak Escort Eve Gelen Escort Gemlik Escort Görükle Escort İnegöl Escort Karacabey Escort Kumla Escort Masöz Escort Mudanya Escort Nilüfer Escort Osmangazi Escort Otele Gelen Escort Rus Escort Sınırsız Escort Travesti Escort Ukraynalı Bayan Escort Yıldırım Escort
altıparmak escort çarşamba escort eve gelen escort gemlik escort görükle escort gürsu escort heykel escort inegöl escort iznik escort karacabey escort kestel escort masöz escort mudanya escort mustafakemalpaşa escort nilüfer escort orhangazi escort osmangazi escort otele gelen escort rus escort sınırsız escort üniversiteli escort whatsapp escort yıldırım escort
adalar escort adana escort anadolu yakası escort ankara escort antalya escort arnavutköy escort ataşehir escort avcılar escort avrupa yakası escort aydın escort bağcılar escort bahçelievler escort bakırköy escort balıkesir escort başakşehir escort bayrampaşa escort beşiktaş escort beylikdüzü escort beyoğlu escort bodrum escort bursa escort büyükçekmece escort çanakkale escort çatalca escort diyarbakır escort düzce escort edirne escort elazığ escort esenler escort esenyurt escort eyüp escort fatih escort gaziantep escort gaziosmanpaşa escort güngören escort istanbul escort izmir escort kadıköy escort kağıthane escort kartal escort kocaeli escort konya escort küçükçekmece escort kuşadası escort malatya escort maltepe escort marmaris escort mersin escort muğla escort pendik escort rus escort sakarya escort sancaktepe escort sarıyer escort şile escort silivri escort şişli escort sultanbeyli escort tuzla escort ümraniye escort üsküdar escort yalova escort
Bugun...


LachishPha Filiz Saban

facebook-paylas
Pitsunda İnci Avcıları
Tarih: 18-05-2018 07:20:00 Güncelleme: 18-05-2018 08:00:00


Hani bazen derler  ya, taşların ağaçların dili olsa da anlatsa. Bugünkü hikaye anlatıcımız Pitsunda’daki İnci Dalışçıları heykeli. Heykel 1969 senesinde  bir süre evvel hayatını kaybeden  Gürcü heykeltraş ve akademisyen Irakli Ochiauri tarafından yapılmış ve Pitsunda’nın sembolleri arasında.

İnsanların su taşımacılığı ile tanışmasının geçmişi gerçekten çok eskilere dayanıyor.  Ve herkes kendi bulunduğu coğrafyanın koşullarına göre taşıma araçları icat ettiler. Asurlar şişirilmiş keçi veya sığır gönünü hem sal hem de dalma tüpü niyetine kullanırlardı.  Karşı kıyıya geçmek isteyenlerin gönleri böyle tam havayla değil ama biraz gevşek kalacak şekilde havayla doldurup sonra da can simidi gibi boyunlarına, bedenlerine astıkları da olurdu.  

Su altındaki yosunları veya deniz kabuklularını toplamak isteyen insanlar su altında kalmak için gönün içine bazen taş veya metal parçasından ağırlıkta koyarlardı ama hortum diye kullanılan sazlar sığ da olsa diplerden su meyveleri toplamak isteyenler için pek fayda etmediğinden insanlar nefeslerini olabildiğince uzun süre tutmayı öğrenmeye zorlandılar. Yetişkinler 1-4 dakikadan fazla dayanamıyorlardı . O nedenle çocukluktan itibaren dalgıç olarak yetiştirilen sınıflar doğdu ve aralarında kız veya erkek ayrımı yapılmadı. Ciğerleri sağlam olsun yetiyordu ve bu çocuklar pratik yapa yapa su altında 15 dakikaya kadar nefeslerini tutmayı öğrendiler. 20 dakika diyenler de var.    Bu dalgıç sınıfları bazen de su altı taarruz gücü olarak kullanıldı. Su ile ilişkileri mesafeli olan ordular kendi dalgıçlarını yetiştirmek yerine profesyonel dalgıçlar kiralamayı tercih etti.  Bu tip sözleşmelerde başlangıçta süreli bir kontrat varsa da işveren hizmetlerden memnun kalırsa, sözleşmeyi tek taraflı uzatabiliyordu.   Ama aynı zamanda bir değer olan dalgıçları konforlu bir emeklilik paketleriyle cezbetmek daha çok tercih edilirdi. Emekli olabilecek kadar yaşarsa tabi.  Su yılanlarından zehirli deniz canlılarına kadar pek çok hayati risk ve ayrıca kör olma riskleri vardı kan çanağı gözleri nedeniyle onların su cadıları olduklarını düşünenler de oldu. Dalgıç olarak yetiştirilen çocukların toplumun genel örf ve adetlerine göre bir takım ayrıcalıkları olurdu. Kız veya erkek eşlerini kendilerini seçerler ve bu konuda onlara herhangi bir kısıtlama getirilmezdi. Ama çocuklarını da kendileri gibi dalgıç yetiştirmeleri beklenirdi ve en azından Pasifik okyanusu geleneklerinde dalgıçlık bir tür seçkin kasta dönüştü. Bazılarında da özel bir köle sınıfı doğurdu.

Dalgıçlık korsanlar için de önemli bir mesleki branştı ve bana sorarsanız yağma kültürü olmasa hiç bir teknoloji fazla gelişmez ve hiç bir mesleki branşta profesyonelleşilmezdi.  Bugün nasıl iyi hacker ve kötü hacker diye ayırıyorsak geçmişte de iyi korsan ve kötü korsanlar vardı. Ve korsanlar tamam biraz kaba sabaydılar, ellerinde bir buket çiçekle gelmiyorlardı ama öte yandan insanların kullandıkları araçları daha da geliştirmelerine de yardımcı oluyorlardı ve her gelişen sistemi delmek için korsanlar da kendilerini daha daha geliştiriyorlardı.  İhtiyaç doğuyordu. Daha akıllı olmak, daha sağlam olanını bulmak, daha korunaklı olanını yapmak için.

Karadeniz’in Kolhi olarak adlandırılan Doğu kıyılarında yaşayan Geniohlar  (Heniochi) sadece denizci olarak becerileriyle değil korsanlıklarıyla da ünlüydüler. Günümüzde Abazaların denize merakları rakı balıktan öte gitmediği için biliyorum buna inanmak biraz zor  ama   Allah’tan ben varım JGeliştirdikleri Kamarae adı verilen tekne modeli tahminime göre sonraki yüzyıllarda kaplumbağa olarak gemicilik literatürüne geçecek üstü kapalı,kürekçileri Karadeniz’in dalgalarından ve sert rüzgarlarından ,ayrıca kıyı veya diğer teknelerden atılan ok ,mızrak veya taşlardan da koruyan bir modeldi. 

Model sonraki yüzyıllarda biraz daha geliştirilerek, bir tür denizaltıya benzetildi. 16.yy da Kırım Tatarlarının Sinop limanına saldırırken buna bir benzer bir model kullandıkları söylenir. Aynı dönemde doğuda da Koreli bir amiral Japon korsanlarla başa çıkmak için Kaplumbağa gemi adı verilen benzer fakat bu kez zırhla örtülmüş bir modeli geliştirmişti. Eleştirmenlerin hantallığı nedeniyle ben benimsemediği bu modelin pruvasındaki ejderha kafasından ateş püskürterek gerçekten masallardan çıkmış etkisi yaratıyordu.

Amerikalılar da Kaplumbağa adını verdikleri denizaltı modelini geliştirdiler. Ama hava sirkulasyonu problemine çözüm bulunana kadar çabalar genellikle deneme aşamasında kaldı. 

Geniohlara dönersek;Karadeniz kıyısılarındaki tek denizci halk olmamakla beraber teknikleri nedeniyle devrin sularında hayli itibarları vardı.  Minimum 25 kişilik tekneleriyle sadece Karadeniz kıyılarını değil, nehirler üzerinden girdikleri iç kısımları da yağmalarlardı ve ayrıca çeşitli mallarla dolu ticaret gemilerine saldırırlardı.  Bazı akademisyenler özellikle ticaret gemilerine yapılan korsan saldırıların içeriden yardım almadan pek kolay olmayacağını ve o nedenle yağmalanmaya değer mal taşıyan gemilerin donanımları ve mürettebatı ile ilgili bilgilerin ayrıldığı limandaki birileri tarafından hatta bazen bizzat liman yöneticileri tarafından korsanlara gizlice haber verilmiş olabileceğini , karşılığında da  korsanlara yasal  koruma sağlamış olabileceklerini düşünür. Daha ileriki dönemlerde göreceğimiz  imparatorlukların bir yasal donanması bir de kadrolu korsan filosu olduğu için bu öneri hiç mantıksız değil. Yine emsallere bakılarak Geniohların kombat dalgıçlıklarının da olabileceği düşünülür. Çünkü gemilere saldırabilmek için görünmeden yaklaşmaları gerekiyor ve bunun içinde su altında ilerlemelerini sağlayacak  ve su altında görebilmelerini sağlayacak bir takım araçlar geliştirmiş olmaları gerekir.  Karadeniz’in bugün bile tehlikeli olan rip dip akıntılarını da göz önüne alırsak binlerce yıl önce nam kazanmış bu denizci insanların deniz ruhlarıyla iyi geçinmelerini sağlayan aparatlar neydi acaba diye düşünmeden edemiyor insan.  Perslerin su altında görebilmek için bir şekilde şeffaflaştırılmış kaplumbağa kabuklarından ilk dalış gözlüklerini yaptıkları biliniyor. Antik eskizlerden ise  akıntıyla sürüklenmesi istenmeyen dalgıçların bellerine bağlanan 2 ipten birinin ucunda biraz ağırlaşmasına yardım edecek taş veya metal parçaları sarkıtıldığını ve ikinci ipin ucunun da acil durumlarda çekecek arkadaşı tarafından tutulduğunu görüyoruz.

Dalgıçlığın inci çıkarmak için kullanılması ise nispeten biraz daha yeni. İlk kez Fenikelilerin ticari dolaşımını yaptıkları sanılıyor.Ama popülaritesi belki sınırlıydı.   İnci  5-6 bin yıldan biliniyordu ama sadece Mısır ve Hindistan’da. Mücevher tarihini yazanlar paganik dinlerden semaviklere kadar bütün inanışlarda incinin özel bir yeri olduğunu söylerler. Sektörel inci dalışları genellikle tapınak ve manastırların tekelinde olurdu.  Ve inci bulanlar gecikmeden en yakın tapınağa gitmeye teşvik edilirdi. Sert yaptırımlar insanların hem dünyadaki hem de ahiretteki hayatlarının selameti için “ruhların gözleri” olan incileri ruhların dilinden anlayan kişilere bırakmaya ikna ediyordu.

Bir incinin çıkarılması kadar kadar oluşması da oldukça sancılıdır. Kendiğinden oluşmaz. Ciddi emek ister.  Ve emeği veren kabuğun içindeki canlı organizmanın ta kendisidir, bir başkası değil. İnci elde etmek  için önce  midye veya istridyenin kabuğundaki bir çatlaktan içeri sızacak taş veya kum parçacığına ya da etini yemek isteyecek obur bir parazite ihtiyacımız var. Yani günümüzdeki endüstriyel inci üreticilerinin yaptıkları olay bu. Daha evvelden kasıt yoktu,inci kazara  oluşuyordu.  Kabuğun içinde yaşayan canlı o kadar hassastır ki bu temastan acı duyar ve onu dışarı atmak ister,ama kendi korunaklı kabuğu buna imkan vermez ve o da bu yabancı cismi salgıladığı sedef ile bir koza içerisine almaya başlar. Ve bu işlem istridye veya midyemiz bir insan tarafından keşfedilene kadar devam eder.  Ve istridyemiz ya da midyemizin çabaları bir zamanlar bir tanesini elde etmek için insanların birbirleriyle savaştıkları inci olarak olarak taçlanır.  Nadiren görülen ve içine giren bir tür ahtapotu sararak inci yapan türlerine isen Argonauta denir ama bu tür o kadar az görülmüş ki koca tarihte, çok kıymetli kabul edilen incileri dilden dile dolaşıp devleşmiş ve üretimine katkıda bulunan ahtapotlar da kadırgaları bile kolları ile saran yakaladığı denizcileri yiyen yaratıklar olarak efsaneleşmiş.  Bazı ortaçağ deniz haritalarında görebileceğimiz ahtapotlar bu tip kabukluların yaşadıkları yeri yani olası inci toplama merkezlerini bile gösteriyor olabilir. Yüzyıllardan sonra ilk defa  2008 senesinde Endonezya açıklarında bir yerde bulunan Argonauta incisi o nedenle birtakım testlerden geçtikten sonra yeryüzündeki en değerli ve nadir bulunur inci olarak ilan edildi ve üzerine makaleler yazıldı.

 

Geniohlarımızın inci çıkardıklarına dair bir bilgimiz yok ama efsanevi gemiciler Argonautların 2.500 yıl öncesi Pers savaşlarında İranlıların takıp takıştırmakta cimri davranmadıkları incileri gördükçe akıllarının başlarından gittiğine inananlar var.  Yaklaşık 200 sene sonra Persleri  yenen İskender’in de rövanşı aldık şimdi işimize bakalım diyerek Asya’ya Işığın Ruhu da denilen incilerin peşine düştüğü rivayet edilir. Kafkasya fatihi general Pompey söylendiğine göre sıkı bir mitoloji takipçisiydi ve uzunca bir süre Karadeniz’i Hazar üstünden Hindistan’a bağlayan o su yolunu aramıştı. Romalı general Vitellius 2.100 sene evvel ordusunu kurmak için para bulamayınca anasının kulağındaki inci küpelerden birini alıp satmıştı.  Antik değerler üzerinden incinin bedelini hesaplayanlar o tek incinin günümüzdeki değerinin yaklaşık 5 milyon dolar olacağını söylüyorlar. Çünkü o kadar az bulunurdu.  Okyanus dalışları için yeterli aparatlar henüz icat edilmediği için o günlerde nehir incileri popülerdi. Ve hatta bayağı değerliydi . Jul Sezar Manş’ı aşıp İngiltere’yi istila etmek için paraya kıyıp Fransa’da donanma yaptırmıştı.  Biyografisini yazanlar onun da inci tutkunu olduğunu ve o günlerde Britanya ve İrlanda nehirlerinin meşhur pembe,siyah ve beyaz incilerin kaynağı olduğunu bildiğini düşünüyorlar. Ama nehirlerde inci olduğunu kimse bilmezken  veya inci insanlarının otantik kabileler olarak yaşadığı barbarik alemde henüz değersizken o böyle bir masrafla riskleri neden göze almıştı? Mücevher tarihini yazanlar inci olduğunu görmesine gerek yoktu derler. Nehirler somon doluydu ve somonların olduğu yerde de midye ve midyenin olduğu yerde de inci mutlaka olurdu.

Karadeniz’in Helenizeleşmesi ardından başta Bulgaristan kıyıları olmak üzere deniz kabuklularının çoklukla yaşadığı bölgelerde inci dalışları yapıldı. Kuzeybatı Karadeniz’deki antik Olbia’da (Ukrayna)yapılan kazılarda burada çok miktarda deniz kabuklusu bulundu. Kefe incisi kendi alanında bir marka idi ama Karadeniz’in antik inci dalışları hakkında fazla materyal yok. Antik Teodisia oradan çıkarılan  150 adet inci ile envantere girmiş bir ara.  O nedenle somon avcılığının yapıldığı nehirlerde inci dalışlarının da yapılmış olabileceği –ihtimal çerçevesinde var. Çarlık Rusya’sının incilerle ne zaman tanıştıklarını belirsiz ama 1721 den itibaren Beyaz Deniz ve çevresinde, ayrıca Don, Dinieper ve Volga nehirleri üzerindeki inci dalışlarının kontrollü yapılması için girişimleri var. 1766 dan itibaren rezervleri korumak için katı bir yasak konuyor.  Aynı zamanda nehirlerin temizliğini yapan midyeler pek çok ülkede artık  yasalarla koruma altındalar ve ekosisteme yaptıkları katkılarıyla incilerden daha kıymetlidirler.

Günümüzde hem geçmişte yapılmış yüksek oranda kontrolsüz avcılık hem de savaşlar ve ardından modern gemilerin ve kentleşmenin getirdiği kirlilikler nedeniyle 2000 yıl önce var olduğu söylenen epeyce bir türün küserek Karadeniz’den uzaklaştıkları kabul edilir . Çeşitli ulusal ve uluslarası projeler deniz ve nehir  eko sistemlerinin eski görkemlerine kavuşması için yürütülmekte,kamu ve sosyal medya aracılığı ile halkta insan olmayan türlere karşı duyarlılığı artırma çalışmaları yapılmaktadır.

Irakli Ochiauri’ye ..



Bu yazı 6579 defa okunmuştur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YUKARI