bursa escort bayan

Altıparmak Escort Eve Gelen Escort Gemlik Escort Görükle Escort İnegöl Escort Karacabey Escort Kumla Escort Masöz Escort Mudanya Escort Nilüfer Escort Osmangazi Escort Otele Gelen Escort Rus Escort Sınırsız Escort Travesti Escort Ukraynalı Bayan Escort Yıldırım Escort
altıparmak escort çarşamba escort eve gelen escort gemlik escort görükle escort gürsu escort heykel escort inegöl escort iznik escort karacabey escort kestel escort masöz escort mudanya escort mustafakemalpaşa escort nilüfer escort orhangazi escort osmangazi escort otele gelen escort rus escort sınırsız escort üniversiteli escort whatsapp escort yıldırım escort
adalar escort adana escort anadolu yakası escort ankara escort antalya escort arnavutköy escort ataşehir escort avcılar escort avrupa yakası escort aydın escort bağcılar escort bahçelievler escort bakırköy escort balıkesir escort başakşehir escort bayrampaşa escort beşiktaş escort beylikdüzü escort beyoğlu escort bodrum escort bursa escort büyükçekmece escort çanakkale escort çatalca escort diyarbakır escort düzce escort edirne escort elazığ escort esenler escort esenyurt escort eyüp escort fatih escort gaziantep escort gaziosmanpaşa escort güngören escort istanbul escort izmir escort kadıköy escort kağıthane escort kartal escort kocaeli escort konya escort küçükçekmece escort kuşadası escort malatya escort maltepe escort marmaris escort mersin escort muğla escort pendik escort rus escort sakarya escort sancaktepe escort sarıyer escort şile escort silivri escort şişli escort sultanbeyli escort tuzla escort ümraniye escort üsküdar escort yalova escort
Bugun...


LachishPha Filiz Saban

facebook-paylas
KHARGA VADİSİ
Tarih: 09-05-2018 16:15:00 Güncelleme: 12-05-2018 14:08:00


KHARGA VADİSİ   

 

İngilizce’de Arapça’dan esinlenerek dış, dışarıya doğru (uç sınır bölge) olarak tercüme edilen Kharga, Abazaların dilinde  “Xı-ar-ga” olarak okunur ve ordu komutanlığının olduğu yer veya ordunun geçtiği yer anlamlarına gelir.

Notitia Dignitarum’da bu vadi Oasis  Majore (Büyük vadi) olarak geçer ve Kharga adının ne vakitten beri kullanıldığına dair bir referans bulamadım.  Yani en eski adı mı, yoksa yeni bir ad mı? Kharga denme sebebi nedir? fikrim yok. Ama işlevi üzerinden Abaza dilindeki karşılığı daha mantıklı geliyor.  

Rahmi Tuna amcanın isteği üzerine size en azından 302 senesinden itibaren Ala I Abasgorum’a bir süre ev sahipliği yapmış olan Mısır- Kharga vadisini ve buradaki Roma askerlerinin ortalama hayatlarını anlatacağım.  Epeyce budamama rağmen gene de düşündüğümden uzun oldu.  İnşallah sıkılmazsınız +

PERS DÖNEMİ

Vadi günümüzden yaklaşık 3800 yıl öncesinden beri önemli bir ticaret kavşağı olmuş, tarihinde Mısır klasik Firavunlarının dışında Hyksoslara, Ahamenişlere, İskender aracılığı ile Makedon /Yunan Firavunlara, Romalılara ve sonraki nesil kraliyetlere de ev sahipliği yapmıştır.  Nil vadisinden Batı çölüne yayılan Amen /Amon tapınmacılığında önemli bir role sahip olan Kharga, Batı çölündeki  Nil havzası içerisinde yer alır ve  batısı Dahkla vadisine  , güneyi ise  Nubia’ya açılır.

 

Heredot ve  Plutarch’ın aktardığına göre Pers kralı Büyük Kiros’un oğlu II.Kambiz MÖ 542’de buraya 50 bin askerlik bir keşif ordusu gönderdi. Mısır’ı fethetmek isteyen Kambiz, Apis boğasını öldürerek Mısır tanrılarını hayli üzmüş ve her günahkar gibi lanetlenmişti. Theb’den  (Luksor) yola çıkan askerleri, 7 günlük bir seyahatin ardından Kharga vadisine geldiler ve oradan da kuzeybatıya dönüp, Siwa  vadisine ulaşmak istediler ama çölün onlar bir süprizi vardı.  Büyük bir kum fırtınası nedeniyle kaybolan ordudan bir daha haber alınamadı ve insanlar 2.500 yıl boyunca Mısır çöllerinde kaybolan  bu orduyu aradılar.

Herodot’un söylediğine göre, fırtına açtıkları yolu da kapatmıştı.  2009 senesinde İtalyan arkeologlar  Kayıp Ordu’yu Siwa’da bulmuş olabileceklerini söylediler. Burada çok sayıda kemik ve askerlerin kılıçları ve şu ya da bu nedenle taktıkları bilekliklerden ve tılsımlardan vardı. İncelemeler galiba devam ediyor. Çöl sadece insanları değil, kentleri de sürekli yutuyor olduğu için kalıntılar kayıp ordunun değilse bile herhangi bir zamandan, herhangi birine, kervancılara, hatta aradığımız Abasgorum süvarilerinden bir kaçına bile ait olabilir.

I.Daryuş zamanına kadar Amun-Ra inanışının kült merkezi olan Theb (şimdiki adıyla Luksor), Perslerin ağırlığı  Kharga vadisine vermesi ile eski önemini kaybetti.  Başkentini Pasargat’tan Persepolis’e taşıyan Daryuş, kış sarayını da Suşa’ya inşa ettirdikten sonra tüm dikkatini Kharga ‘nın önemli bir ticaret merkezi olmasına vermişti. O günlerde   Suşa ile Sardis  (Manisa) arası yürüyerek 100 günden fazla sürüyordu. Darius’un geliştirdiği at istasyonları servisi,  bu süreyi 1 haftaya indirdi.  Ve böylece iletişim, posta servisleri gibi hizmetleri de kolaylaştırdı.    Çöllerde ise muhtemelen deve istasyonları da vardı ve sivil ve hem de askeri amaçlarla kullanılıyordu. 

Herodot’a göre I.Daryuş Mısır kültürü ve teknolojisine hayrandı ve buradan pek çok sanatçıyı ve zanaatkarı kendi ülkesine götürdü.  Ayrıca Mısırlıların dinlerini de ilginç bulmuş ve öğrenmek istemişti. Daryuş  hac merkezi olan Nil deltası ile Nil vadisindeki Busiris ve Elkab ‘ta da bir çok mabetler inşa ettirdi. Ama bunu sadece Mısır tanrılarına hayran olduğu için yapmadı.  Ahameniş  kralları maiyetleri ile birlikte topraklarının farklı kentlerini  ziyaret ederlerdi. Kısmen propaganda amaçlı bu ziyaretler şimdiki politikacıların seçmenlerini ziyaret etmesinden farklı değildi.  O nedenle Daryuş’un inşa ettirdiği mabetleri halkın sempatisini kazanma arzusu olarak görebiliriz, artı mabet ziyaretçilerinin ekonomiye katkısını da muhakkak hesaplamışlardır.  Mabetler inşa edildikçe Kharga yönüne akan demografik hareketler Theblileri de etkiledi. Bir süre sonra  Theb’in en nüfuzlu elitleri  olan Amon’un Gelinleri (rahibeleri)  tapınağı da Kharga’ya taşındı ve Theb eski itibarını kaybetti.

27. Hanedan’a kadar Theb’de varlık sürdüren  Amen’in gelini veya Tanrı’nın karısı- kültü,esasta kadınların firavunla eş güce sahipliklerini sembolize eder. M. Ayad’a göre bu kült 27. Hanedan zamanında ortadan kayboldu çünkü Perslerin dinsel ve politik dünyalarında kadın idarecilere yer yoktu. Delil olarak Pers rölyef ve ikonografilerinde kral eşleri, anneleri veya kız kardeşlerinin yer almamasını gösterir.  Bir öneriye göre Persler tüm anlaşmalarını erkeklerle yaptıkları için kadın idareciler aniden ortadan kayboldu.  Theb toplumunda önemli bir nüfuza sahip rahibe –idarecilerin ani bir şekilde diskalifiye edilmesi Theb’in de nüfuz ve prestijinin de arka plana atılmasına neden oldu.  Başka bir öneriye göre ise Theb’in itibar kaybetme nedeni Amen’in Gelinlerinin Kharga’ya taşınması idi.

 

Mısır’ın en güçlü tanrısı olan Amon, İskender’den sonra Zeus ile bir tutuldu ve Amon inancı Grekler aracılığı ile bütün Akdeniz’e yayıldı.  Kharga’yı merkez yapmak isteyen I. Daryuş  önce  Hebet olarak ta bilinen tarım tanrısı Hibis mabedini inşa ettirdi ve onu Amon-Ra’ya adadı. (Ala I Abasgorum’un üssü de bu kenttedir ama askerlerin diğer kalelere de dağılmış olabilecekleri söylenir )  Tapınağın hipostil (sütunlu)  salonunun duvarlarında Amon ilahileri kazılıdır. Hibis mabedinin iki kilometre güneydoğusundaki Nadura’da Amon,Mut , Khons, Ra-Horakthy ve diğer tanrıların resimleri ve hiyerogliflerin yer aldığı iki tapınak daha var. Hibis’in 20 kilometre güneyindeki El-Ghueita tapınağı Thebai Üçlüsüne (Amon,Mut ve Khons) adanmıştır ve koç başlı Amon ile sembolize edilir. Gövdesi kerpiçten ve giriş kapıları ise kumtaşından örülmüş olan El-Zayyan tapınağı Hibis’in 30 km güneyinde yer alır ve o da Thebai Üçlüsüne adanmıştır.  Nadura ve  El-Ghueita tapınaklarının bir diğer özellikleri de inşa edildikleri tepelerin stratejik önemidir.

 

Topografik olarak Kharga, Nil kıyısında sıralanan  Naqada, Edfu,Hierakonpolis ve Abydos’sun paralelinde yer alır.  Bu kentler 5000 yıl önce bölgenin en güçlü şehirleriydi ve Mısır medeniyetinin en görkemli periyodunu yansıtıyorlardı. Naqada, Pre-dinastik periyod öncesinden beri büyük bir kentti ve  Kharga vadisi de Batı çölündeki vadiler arasında Nil’e en yakın olanıydı. O nedenle Vadideki tapınaklar sadece ibadet için değil,  Abydos,Asyut ve Theb’den ya da Nil boyundan batıya ilerleyen kervanlara su ve yiyecek sağlamak açısından da önemli bir role sahipti.  Nil’e açılan bir pencere görevi de gören Kharga aslında oldukça geniş bir ticaret ağının tam ortasındaydı ve 40 Gün Yolu olarak ta bilinen   Mısır- Nubia arasındaki  Darb el Arba-in’i kontrol ediyordu.   II.Pepy zamanında Elephantine valisi olan  Harkhuf, Abydos’tan Yam’a kadar ki rotasını Kharga vadisi üstünden geçecek şekilde çizmişti. (Heredot’tan tanıdığımız ve Kafkasya’da aradığımız )  I.Sesostris,  Libya çölündeki vadileri birleştirdi ve Abydos ile Kharga vadisi arasında bağlantı kurdu. Çok eskiden Theb ile Kharga vadisi arasında   Abydos ve Lykopolis arasındaki gibi işlek bir yol da olabilir. Theb’den Kızıldeniz kıyısındaki Coptos’a giden yol yine  Kharga’dan geçer.

Kharga aynı zamanda( Abhazya gibi) sığınmacı ve sürgün yeridir de. Mitolojide Horus tarafından sürgüne gönderilen Seth de Batı çölüne gelir .  Kharga’da bunu tasvir eden çeşitli rölyefler vardır.  Çeşitli hanedanlar dönemlerinde firavunlar da politik muhaliflerini Batı çölündeki vadilere sürgün ettiler. Tarım ve bereket tanrısı olan ve  saban ile sembolize edilen Hebet,  Hibis’in  Amen-re’siydi.  Karnak’taki Amen-re tapınmacılığı  ise Hibis’ten yayılmıştı.  Bahariye, Siwa ve Kharga vadileri üzerine araştırma yapan Fakhri, Kharga’nın 26. Hanedan döneminde bölgenin başkenti olabileceğini önerir. Ancak bunu ispatlamak güçtür . Tabi bu kadar tanrının olduğu yerde şifa sanatları da vardır, Theb aynı zamanda hekimler kenti olarak da bilinir.

Daryuş Mısırlı değildi ve Mısır’ı tamamen almak gibi bir kaygısı da yoktu.  O sadece Nil’in ardındaki batı ve güney bölgelerine ilgiliydi ve tüm yatırımlarını bu yönde yaparak merkez üs olarak Kharga’yı seçti.  Benzer refleksler başkentlerini El-Dab’a inşa eden Hyksoslarda, ve  İskenderiye’ye inşa eden Makedonlarda da görülür. Başlarda Dahkla vadisinden küçük olan Kharga, Perslerin kanat dedikleri sulama kanallarını açması ve sakiya dedikleri su değirmenlerini inşa etmeleriyle bir anda verimlilik ve zenginliğe boğuldu. Vadi ardından, Romalıların getirdiği derin su kuyuları sistemi ile tanıştı ve bereketliliği arttı.  Mısır bu dönemde Zerdüştlük, Ahura Mazda,  iyi ve kötünün yargılanacağı ilahi mahkeme gibi inanışlarla da tanıştı.  Zerdüşizmin iyi-kötü dualizmi  zaten biraz da Horus ile Seth arasındaki çekişmelere benziyordu.  Yargılanma günü ile Mısır’ın Ölüler kitabı da birbirini andırıyordu. O nedenle ciddi kültür çatışmaları yaşandığını söyleyemeyiz.  Ahura Mazda, Mitra ve Ra’nın güneş ile sembolize etmesi bile taraflara kısmen dindaşız mesajı veriyordu.  Kraliyeti sembolize eden nilüfer çiçeği hem Mısır’da ve hem de Persia’da kullanılıyordu. ( Niüfer sonraki nesil literatüre zambak olarak girdi) Mısır’ın boynuzlu koçu, Pers hanedanlarının da kullandıkları semboller arasında idi.  Böylece  Persler ve  Mısırlılar aynı veya benzer sembollerin kullanıldığı mabetlerde birbirlerinden fazla rahatsız olmadan yaşayabildiler.

Ekonomisi

Önemli oranda tuz yataklarına sahip Batı Çölü sodyum karbonat (natron), tuz,şap ve şarap ihracatı yapardı.  Ekmek yapımı, et ve tuz kurutma dışında cam ve seramik imalatında da kullanılan tuz geçmiş zamanların başlıca ekonomik kalemleri arasında idi.  Tuzun ana elementi olan natronun mumyalama işlemlerinde kullanılması bir zaruriyetti.  Natron ve tuz ayrıca bira imalatçılarının, kaz ve sığır besiciliği yapanların, tekstil üreticilerinin, kumaş boyacılarının ihtiyaçları arasında idi.  Boyacılıkta renk sabitleyici olarak kullanılan şap, Kharga vadisinden çıkıp Akdeniz dünyasına dağıtılırdı.  El sanatçıları, zanaatkarlar, köylüler, askerler ve tüccarlar Kharga’da yaşarlardı çünkü burası çeşitli kültürlerin geçiş merkezine oturmuş, zengin bir yerdi.  Toprağı verimliydi ve su sıkıntısı çekmiyordu.  Vadi üzüm bağları ile de çok ünlüydü ve Mısır genelindeki şarap imalatçılarının üzümleri çoklukla batı çölündeki vadilerden gelirdi.  Tutankamon’un mezarındaki şarap küpünün Kharga’dan gelmiş olması, vadinin ürettiği üzüm veya şarapların cenaze ve ritüelistik seremonilerde de kullanıldığını gösterir. Eski Mısırlıların Perwesekh dediği El-Ghueita , Thebai tabletlerinde yazdığına göre özellikle şarapları ile ünlüydü.

Karnak’da bulunan bir tablet Merenptah’ın Libyalılar ve Deniz Kavimlerine karşı kazandığı zaferi anlatırken Nubia ‘ya uzanan yolun öneminden de bahseder.  Tablette yazdığını göre Batı deltasındaki Perire muharebesinde Libyalılar, Deniz kavimleri ile birlikte Mısır’ı işgal etmişler ve sonra güneye ilerleyerek Farafra vadisi üzerinden Siwa vadisine kadar uzanmışlardı.  Bunun anlamı Akdeniz kıyısından başlayan ticaret rotasının ta o zamanlardan beri  Batı vadileri üzerinden güneye indiğidir. Ve Kharga vadisi gene dört bir yana açılan yolların tam kavşağındadır.  Topografik olarak Nil vadisinden biraz mesafede ve hudutta olmasına rağmen, antik Mısır kültüründen uzak  değildir. Nil, Akdeniz, Afrika ve Sahara’yı birleştiren stratejik konumu nedeniyle oldukça önemli bir role sahiptir.  Darb el-Arba-in, Nil vadisindeki Asyut’u batı Sudan’daki Darfur ile birleştirir. Dahası Darfur’dan Nijer’e geçilir.  Romalılar da askeri garnizonlarını Batı Çölü’ne kadar genişlettiler ve ordu burada kervanları  ve taşıdıkları yüklere koruma sağladı. Bazı tapınaklar tekrar inşa edildi, restore edildi ya da kalelere çevrildi.   Orta Krallıktaki Buhen ve Semna, kerpiçten örülmüştü oldukça büyük Mısır kaleleriydi. Kharga’daki kaleler onlara göre oldukça küçüktür. Bu farklılık nedeni coğrafi koşullardan kaynaklanır.  Buhen ve Semna Nil kıyısındadır oysa Nadura ve El-Ghueita Darb el-Arba-in yolunu görecek şekilde birer tepeden bakmaktadırlar.  Farklılık biraz da  Romalıların kale inşaatlarını tepelere yapmayı tercih etmelerinden kaynaklanır.  Dağ kaleleri temelde yağmacıları ve istilacıları gözetme maksadı taşısa da zaman zaman agresif partilerden kaçan sivillere de sığınak oldu. Kharga’daki kale ve kale benzeri tapınakların kervan gözetmek dışında, mevcut  tarla ve bağları göçebe bedevilerin yağmalarından korumak gibi görevleri de vardı.  Bu göçebeler, geçmişte Coptos’tan Kızıldeniz boyunca uzanan limanlara ve kervanlara saldırarak Kızıldeniz ile Basra körfezi arasındaki ticari ilişkilere zarar vermişler ve ardından Kharga vadisini işgal ederek burada bir nüfuz elde etmeye çalışmışlardı. Roma lejyonlarının gelmesi ve  askeri kalelerin yükselmesiyle rolleri değişti ve göçebeler,  başta yabancı işgalci olarak gördükler Roma’ya karşı savaşmayı bırakıp, Roma ile birlikte Mısır’ın yerlilerini yönetmeye başladılar. Geleneksel tapınaklar askeri kullanımlarının dışında mabedik özelliklerini de korudu ve hacıları ağırlamaya devam etti.

Kharga  Grek dilinde kurt kenti anlamına gelen Lykopolis (Asyut) ticaret yolu nedeniyle de önemliydi.  Aşyut’un koruyucu tanrısı çakal kafalı Wepwawet,  yerel inanışlara göre yolları açardı, bir tür navigatördü ve Mısır’ın kralları onun açtığı yollardan giderek yabancı ülkeleri fethederdi.  ( Güneş sandalına binmiş kurt veya köpek gibi resmedilir ve rolü bir tür Ergenekon’dan çıkışı gösteren bozkurt gibidir)  Hibis tapınağı rölyeflerinde de temsil edilen  Wepwawet, böylece  Aşyut üzerinden  Grek  Firavunları ile Roma periyodunu birleştirdi.  Webwawet (rahibi)  ayrıca ölü krallara da diğer dünyaya yaptıkları yolculukta eşlik ederdi. Piramit yazıtlarında bu seremoni “Ağızı Açmak,” olarak anılır. Antik Mısırlılar Asyut’u, eğer diğer dünyaya geçiş kapısı olarak gördülerse, Kharga vadisini de yabancı bir ülke gibi  değerlendirmiş ve  Asyut ile Kharga vadisini birleştiren sınırı,  sembolik bağlamda iki dünyayı birleştirmek anlamında yorumlamış olabilirler. Ağız açmak daha dünyevi konuşmak gerekirse modern dünyadaki  pasaport-gümrük işlemleri anlamına da gelebilir. 

ROMA DÖNEMİ

Roma’nın Mısır’daki kariyeri MÖ 273’lerde başlar. MÖ 80 lerde Mısır’daki Grek hanedanı Roma’nın vasalı oldu ama halka bir şey hissettirmedi ve iktidar halen kendisindeymiş gibi hüküm sürmeye devam etti. Takip eden  40-50 sene boyunca tahta geçen tüm hanedan üyeleri Roma’nın güçlü bir şekilde destekledikleri adaylardı.  Ve içlerinde tek tük bu duruma itiraz eden oldu ise Roma onu indirdi ve yerine yenisini getirdi.  Roma iç savaşında Octavius ile mücadele eden  Mark Anthony, Cleopatra ile evlenerek Mısır,  Kilikya ve Kıbrıs’ın gelirlerine kondu.  Octavius bu durumdan memnun kalmadı ve Anthony’nin Roma geleneklerinden uzaklaşıp, artık bir barbar olduğunu söyleyerek  propoganda yaptı.  MÖ 31 Actium muharebesini Mısır kaybetti ve Kleopatra ile Anthony intihar etti. Böylece Mısır resmen Roma eyaleti oldu. MÖ 23/24 Thebai isyanları ardından Senato denetiminden çıktı ve doğrudan imparatora bağlandı.

Strabon’un tarifine göre Mısır’da (İskenderiye,Nikopsis ve Babilon olarak anılan eski Kahire’de) 3 lejyon; üçü İskenderiye’de 9 cohor (tabur) ve kritik bölgelerde görev almak üzere dağılmış üç ala  (süvari alayı) vardı.  Nil’in doğusundaki arkeolojik kalıntılardan burada 3 cohor olduğu anlaşıldı. Standart ordu düzenine göre  onlara eşlik eden 3 adette süvari birliği ( Ala) olması lazım.  Eğer birlikler ideal asker sayısında idiyse  bu veriler üzerinden  birinci yüzyıl sonlarındaki Roma Mısır’ında yaklaşık 22 bin asker vardı. Mısır’daki garnizonlar da eyalet gibi doğrudan imparatora bağlı idi. Octavius genişleyen topraklarda yaşayanları vatandaşlık bağları ile birleştirmeyi amaçlıyordu ve insanlara Roma vatandaşlığını cazip kılacak reklam paketleri hazırlattı. En janjanlı reklamları Roma ordusu üzerindendi. Yüksek maaşlar, ordu hiyerarşisinde yükselme imkanları, Roma bürokrasisinde yer edinme imkanları, toprak sahibi olma gibi parlak vaatler sadece politik nüfuz kazanmak isteyen zenginler için değil, garibanlar için de oldukça cazipti. 60 senesine gelindiğinde lejyonların yarısı yerel stoklardan alınma askerlerdendi.  212 Caracalla zamanında çıkarılan Constitutio Antoniniana yasası ile Mısır’ın (ve tüm Roma topraklarının ) bütün azatlıları  ( ya da köleler hariç herkes) Roma vatandaşı oldu.  Bu bir taraftan belki iyiydi ama diğer taraftan atamalar yolu ile yerel seküler ve dini otoriteleri de etkilediği için bir dünya karmaşaya yol açtı.

Başlarda Roma elindeki idari birimlere nome denirdi ve Mısırlıların idare ettiği muhtariyetlere de nomarch ve her kentin kendi yerel elitlerinin oluşturduğu bir tür ihtiyarlar heyeti veya encümen gibi meclisler vardı ve bunlara da curia denirdi. Xase gibi.  Nomarchlar işlerini nomelerin gözetiminde yürütürdü ama kendi doğal dokularını da muhafaza ederlerdi. İskenderiye’ye MÖ 29’dan itibaren ayrıcalıklı bir statü verilmiş ve Mısır olarak anılan kalan bölgelerle arasına sosyal bir mesafe konmuştu. 40’dan fazla idari bölgeye (nome’ye) ayrılan Mısır halkı, standart vergilerin yanı sıra 14-62 yaş arası köleler dahil Iagrophia denilen bir tür kültür farkı vergisine de tabi tutulmuştu. İaographia en yakın anlamda bir tür cizye gibi bir şey ve oranı köyden köye bile değiştiği için nomeler arasında bile sosyal mesafeler oluştu.  Roma ilaveten kamu  arazilerini satışa çıkarmak, veya emekli askerlere tahsis etmek ya da kiracılara vermek gibi politikalar izleyerek mülke dayalı sınıfsal farklılıklarla da tanıştırdı Mısır’ı.  Birinci nesil emekli askerler için ayrılan topraklara katoikik arazi, hak sahibi emekli askerlere katoik /oi dendi.  Emeklilik sonrası yaklaşık 10 sene daha kamu hizmeti (rahiplik,hakimlik, noterlik,vb?) yapmakla mükellef askerlerden gelen gelenek belki şimdiki katolikosların altyapısını oluşturdu.  Mısır kökenli  toprak tazminatı kazanan asker emeklilerine ise machim/oi dendi ve katoikoiler ile aralarındaki fark tam değil ama bir tür, şimdiki subay-astsubay  ilişkisine evrildi.   Mısır başlarda ciddi bir tahıl üreticisi değildi ve Roma ihtiyaçlarını Afrika eyaletinden ve Sicilya’dan sağlardı.  Kamu arazilerinin bir kısmı ge /org/oi denilen kiracılara verildi (ge: toprak,arazi :_oi : çoğulluk eki)  ve oradan da yarıcı veya werk  ya da uergk dediğimiz  ayrı bir sınıf çıktı.  Erken Mısır werkleri arasında erkeklerden çok kadınlar görülür. Vergileri yetiştirdikleri ürüne göre değişiyor.

Kesin olmamakla beraber birinci yüzyıl Mısır’ında piyade, süvari ve denizci olarak Doğu Karadeniz kıyısı sakinleri vardı. Çünkü-Actium savaşında  Octavius’u destekleyerek Galatya krallığını kapan  Deiotarus, 6.000 askerlik XXII Deiotariana’yı eğitip donatıp Mısır’a yollamıştı. O zamanki Galatya sınırları çerçevesinde Amasya-Trabzon-Ankara çevresi ve güney Kolhis var-ilaveten sağdan soldan katılan gönüllüler de olmuştur muhakkak.   Mark Antony’den kalma III Cyrenaica ise Actium’da  Octavius’u desteklediği için dağıtılmamış ancak takviye edilmişti. Ama takviyelerin nereden geldiği belli değil. Teorik olarak Actium’da Octavius’u destekleyen partilerden olabileceği gibi Pontus  ve Azak çevresindekilerden gönüllü veya savaş tazminatı olarak toplanmış askerler de olabilirler. Octaviuslu Mısır’daki üçüncü lejyonun ismi belki Thebai isyanları nedeniyle bir sebepten tarihten silindi ve bir daha anılmadı. Bir öneriye göre Ala I Abasgorum’dan epey önce Ala Abasgorum vardı ve 300 sene sonra Diocletian zamanına kadar artık ne yaşadı ise, belki zaman içerisinde fazlasıyla Mısırlılaşmışta olabilir, onursal isminin başına I getirilerek tazelendi.  Bünyesinde yine Abasglar oldu ama tamamı Abasg değildi, keza diğer etnisite veya bölge adıyla listeye giren lejyon ve süvari alaylarına da durum farklı değildi. 

Mısır eyaleti her ne kadar yüzyıllar boyunca düzenli olarak Roma kontrolünde gibi görünse de bölgede şu ya da bu sebepten isyanlar hiç eksik olmadı.   Askerlerin görevi eğer ortada bastırılacak bir isyan veya kazanılması gereken bir savaş yok ise daha çok ticaret yollarını gözlemlemek, güvenliği sağlamak, rutin kontrolleri yapmak ile sınırlı idi.   Vergi tahsilatları zamanında tahsildarlara eşlik eden 2-10 arası askerler olurdu.   Gene bir atlı birlik  olan senturyonlar  Roma’nın halka  görünen yüzüydü ve yerel anlaşmazlıklarda ve devlet ile vatandaş arasındaki anlaşmazlıklarda arabuluculuk rolü üstlenirlerdi. 

Diocletian Reformları

 

 

Katafraktlar. 4 veya 5.yy Coptik duvar resmi /Kharga

 

Diocletian 284’e iktidara geldiğinde elinde hem sosyal, hem siyasi ve hem de ekonomik problemler içinde kıvranan bir imparatorluk vardı ve o tekrar yapılandırmaya giderek problemleri çözmeye çalıştı. Bu süreçte eyalet reformları vasıtası ile Mısır, imparatorluğun geri kalanından daha da ayrıcalıklı bir form kazanır. 295’te Mısır eyaletini Thebai   ve Mısır  olarak ikiye böldü. Ve bu arada askeri ve sivil idareleri de birbirinden ayırarak askerlerin sadece askerleri ilgilendiren mevzularla ilgilenmesini amaçladı.  Hakimlerin görev tanımları tekrar yapıldı ve davalarda taraflardan en az birinin asker olması koşulu askeri yargı üzerine binen yük hafifletildi.  Sonra  Thebai’de değişiklik yapmadı ama ismi  Mısır kalan bölgeyi bir daha  ikiye böldü ve bir parçasına Herculia ve diğerine Jovia dedi. Böylece Mısır’da 3 eyalet valisi oldu.  325 senesinde bir yapılanma daha görse de Mısır üç eyaletli formunu korudu. 381 senesinde Arkadya bölgesi de eklenerek ve dört valili Mısır eyaletinin tamamı imparatorluğun Mısır’dan sorumlu müşavirliği deyim artık, tek bir makama bağlanarak kurumsal merkezileşmesi tamamlandı.  

 

Yukarı Mısır diye de anılan Thebai eyaletindeki birlikler Thebai Dükalığına bağlı kaldı. Biraz daha taşralı ve daha az Romalı anlamına gelen Aşağı Mısırlılar ise hudut koruma anlamına gelen limitis Aegypti kontrolüne girdi.   Ala I Abasgorum Thebai dükalığına bağlıydı ve Batı çölünde üslenmişti ancak uzantılarının Doğu çölünde olduğuna dair de notlar var- ihtiyaçla alakalı olabilir. Hudut korumadaki birimler de kendi içlerinde kara koruma, kıyı koruma vb gibi alt gruplara ayrıldılar.  Ve kıyı korumalar (ripensis) kara hudut korumalara göre rütbece yukarıdaydılar ama onlar daha çok kuzeyde görüldüler.

Diocletian yozlaşma ve suistimallere karşı da savaş açmıştı. Özerk hareket eden nomeleri pagi denilen daha küçük mahallelere böldü valilik denetimine tabi kılarak merkezileştirdi. Vergi tahsilatları ciddilikle izlenmeliydi. Stratego exactor denilen ofisleri kurdu. 309 tarihinde Kharga stratego-exactoru Gelasius isimli biri ve Ala I Abasgorum komutanı olarak anıldığı için varsayımsal olarak Kharga’daki bölge komutanlığını da onun yürüttüğünü ve dolayısı ile Ala I Abasgorum’un kendi bölgesindeki diğer birliklere göre hiyerarşik üstünlüğü olduğunu düşünüyorum.  Çünkü stratego-exactor ünvanı için tanımı çok açık yapılamasa da gerçekten en üst düzeyde kıdem ve tecrübe şartı aranıyor.  Stratego-exactor başlarda sadece vergilerin denetiminden sorumluydu,kısa sürede tüm bölgesel davalar yetki alanına girdi. 345’den sonra galiba yetkileri Mısırlı mevkidaşlara devredildi.  Diocletian’ın Mısır’daki değişiklikleri  297/8 Domitianus isyanı sonrası gerçekleştirdiği düşünülür. Ordunun ve Mısır kentlerinde yaşayan Romalıların Mısırlılaşmasından  aşırı derecede rahatsızdır Diocletian ve 295 Damascus fermanı ile sadece askerlerin değil Romalı ve Romalılaşmışların  da Romalı gibi yaşamalarını ister. Mevzu yakın akraba evlilikleri. Diocletian Mısır’ı kaybetmeyi göze alacak kadar karşıdır bu duruma ancak uzun tartışmalardan sonra Mısırlıların ikinci derece akraba evliliklerine razı olur ama onların dikkatle gözlemlenmelerinde ısrar eder. Romalılar ise akıllarından bile geçirmemelidir.  Bu konu bayağı bir karmaşık ama tepkilerin  yüksekliğine bakarsak miras hukuku ile alakalı bir şeydir asıl mevzu diye düşünüyorum.  Herneyse  zaten atarlı olan Diocletian burada bir değişiklik yapacaktır ama araya kendisini imparator ilan eden Domitianus girer. İsyan  Thebai ve İskenderiyeliler tarafından desteklenir. Persler de “aşk olsun,  bizsiz mi ?” diyerek kapıya dayanır. Ortam böyle karmaşıkken kadro yenilemesine gittiğini düşününce buraya sevk edilen askerlerin bir kısmının bürokrasi ve hakimlikte de  kıdemli ve tecrübelilerden seçilmiş olması mantıklı olur. Yenilenen  birlikler için tahmin edilen tarih 302/303’tür. Aynı tarihte Pontus eteklerinde de Pers tehditine karşı  I.Armeniac lejyonu oluşturulur.  Son olarak Notita Dignitarum Ala I Abasgorum’u hem Kharga olarak bilinen Major Oasis’de ve hem de Dahkla olduğunu tahmin ettiğimiz Qasi Oasis’te görür. Şimdilik bilinen fazla bir şey yok. Çölün sırlarını açması için beklemek zorundayız. Ya da dileyen online papirüs arşivlerini ziyaret edebilir ama metinler çoklukla Grek ve Latin dillerinde.

Askere alımlar

Sadece askeri örgütlenme olarak değil, kendi hayat algısı, dini ve kültürü ile de bir varlık olan  ordular tarih boyunca topluluk içinde topluluk olma özelliği gösterdiler. Ordular tarih boyunca farklı gelenek,farklı inanç ve bazen farklı dillerdeki adamları aldı, bünyesinde işledi ve onlardan birlikte çalışabilen ve yaşayabilen değerler yarattı. Fakat bu özellik  tek başına orduyu cazibe merkezi kılmak için yeterli olmaz. Savaş zamanlarında zafer ve ganimet vaad eden ordunun, süreklilik için  barışta da kariyer ve seçkin bir hayat teklif etmesi gerekir. Roma ordusu bu açıdan kurumsallaşma liginde bir ilk kabul edilir.  Diocletian zamanına kadar sadece asker değil, bürokratta yetiştiriyordu ordu. Mısır’daki adalet ofisleri, tercüme büroları, asker kayıt ofisleri, yazmanlar,arşiv ofisleri, vb ordu hiyerarşisinde yetişmiş Romalı ve Romalı olmayan (Azatlı) memurlar tarafından işletiliyordu ve aralarında çok sayıda Mısırlı da vardı.

Askerlik için uygun adaylarla alakalı standartlar zaman içerisinde oluşturuldu. 4.yüzyıl Ordu incelemesi De Re Militari’nin  yazarı olan Vegetius,  ideal adayları şöyle tarif eder: “genç bir askerin parlak gözleri olmalı, başını dik taşımalı, göğsü geniş, omuzları geniş ve  kaslı, parmakları uzun,kolları güçlü,beli ince, fiziği düzgün, ayakları ve bacakları etli değil ince olmalı. Eğer bir adayda tüm bu özellikler varsa boyla ilgili ufak tefek kusurları mazur görülebilir çünkü,bir asker için güçlü olmak uzun boylu olmaktan daha önemlidir.”

Vegetius’un tarifi potansiyel asker alımlarında güçlü ve sağlıklı bir dış görünüşün önemini ve asker alımlarından sorumlu subayların adayları incelerken dikkat ettikleri özellikleri gösterir. Ancak bu önerilerin ne kadarının uygulandığı kısmı, eh?   Cato the Elder standartlara uymadığı halde militarik hiyerarşide yer almak isteyen  süvari adayı senatoryal aristokratlardan birisini eleştirdiği  yazısında: “Böyle bir gövde ile devlete nerede hizmet edebilir; Hem de her şeyini gırtlağı ile kasıkları arasındaki göbeğine adamışken?” diye sormuştu.  MÖ 148’de İspanya’da yenilen Romalı komutan Gaius Vetilius o kadar şişmandı ki, tutsak alanlar, ”bu kadar şişman biri kesinlikle önemli biri olamaz,” düşüncesiyle onu fidye için saklamak yerine,hemen orada öldürmüşlerdi.

312- 438 yılları arasındaki kanunları ihtiva eden Codex Theodosianus’da asker adaylarındaki fiziksel özellikler sıralanır ama Vegetius’daki kadar detaylı değildir.  Konstantius yasası  (7.13.1) adayın en az 18 yaşında olması gerektiğini belirtir ve Valentinian ve Valens kanunlarında (7.12.3) adayların minimum 1.70-1.73 boylarında olması gerekir.  550’lerden kalma bir papirüs adayın sadece fiziksel görünümü ve yaşı değil, sosyal ve ailevi geçmişi hakkında da bilgi veren bir tür referans mektubu niteliğindedir. (P. Ryl. 609).  Asker adaylarının fiziksel muayenesi ile alakalı standartlar ikinci yüzyıl başlarından itibaren vardı. Papirüsler askerlerin bedenlerindeki doğum lekesi veya belirgin fiziksel özellikler hakkında bilgi verir ve ayrıca onların yaşlarını da kaydeder.  Bu kayıtlar esas alınırsa olağanüstü haller dışında, ortalama askere alım yaşı 21-22’dir. Seferberlik durumlarında  bıyığı terlememiş çocuklardan 45 yaş üstü hatta 60 yaşa kadar ki erkeklerin de askere çağrıldığı görüldüyse de bölgesel mahiyettedir. Ortalama askerlik süresi 20 yıl olmasına rağmen, bazen 28 seneye çıktığı da oldu.  En yüksek rütbeli askerler senatöryel aristokrasiden gelir ancak rüştlerini ispatlamak için kariyerlerine yardımcı birliklerden başlamak zorunda kalırlardı ve ailelerinin veya kendi politik nüfuzlarının burada pek bir anlamı olmazdı. İkinci yy da her 50 aristokrat adaydan en fazla 10 tanesi süvari komutanlığına kadar yükselebiliyordu.  Anca..

Palme’ye göre  yıllık asker sayısının 22 bin sağlıklı adam olduğu 4.yüzyıl Mısır’ında,her sene 1430 adam askere alınıyordu ve her sene 810 adam terhis oluyordu.  Bu değerlere göre her nome  yıllık 30 asker sağlamak zorundaydı.  Bagnall yıllık askere alım sayısını yaklaşık 2000 olarak verdi. Bu durumda her nome 40-50 asker sağlamak zorundaydı  (nome: il-ilçe gibi). Ancak Bagnall Mısır nüfusunun  4.2 milyon civarı olduğunu hatırlatır ve sayı çok görülmemeli der. Bagnall’a göre bu oran Mısır popülasyonunun % 5 veya % 8’ine tekabül ediyordur ve oran imparatorluğunun geri kalanında da farklı değildir.

Askerlerin maaşları ağırlıklı olarak imparatorluk hazinesinin sorumluluğundaydı. Birinci yy Mısır’ındaki bir papirüs  Damascus’tan Quintus Julius Proclus ve Tyre’dan  Gaius Valerius Germanus adlı iki askere 81 senesinde 3 kez ödeme yapıldığını gösterir. (4 ayda bir maaş ödemesi gibi)  Belge askerlerin lejyoner mi yoksa destek birimlerden mi olduğu hakkında bilgi vermez. Her bir ödeme 247,50 drahmidir. Yiyecek,üniforma ve diğer ihtiyaçlar için yapılan maaş kesintileri de dekontta ayrıca gösterilmiştir. Hizmet sonrası vergi muafiyetleri herhalde yine eskiden beri vardı.  149 tarihli bir papirüs  25 senelik askerlik hizmetini tamamlayan bir adamın vergi muafiyetine hak kazandığını anlatır. Vergi muafiyetleri önemli bir ayrıcalık olmasına rağmen doğrudan zenginlik alameti değil.  İki ve üçüncü  yüzyıldaki emeklilik tazminatları, günümüzdeki gibi. Enflasyonun gerisinde kalıyor çoklukla.  Bu da emeklilik sonrası askerlerin yerleşecekleri bölgeleri etkiliyor haliyle.

Ordu için bir diğer asker kaynağı da emekli askerlerin oğullarıydı. Konstantine zamanından kalma bir kanuna göre  emekli askerlerin oğulları arasında askerlik yapmaya manisi olmayanlar  en yakın birliğe kayıt yaptırmak durumundaydılar. Şu veya bu nedenden askerlik yapmaya elverişli olmadığını beyan eden yükümlülere Devlet, mahalli ofislerde çalışma seçenekleri sunarak, vatani görevlerini tamamlamalarına yardımcı oluyordu.  (148 tarihli bir papirüse göre baba mesleğini tercih eden oğullar eskiden beri vardı ama Konstantin zamanında bu bir tercih olmaktan çıkıp zaruriyete dönüşmüştü.)

Askere yazılımları artırmak için tarih boyunca çeşitli  cezbedici paketler hazırlandı. Gene de tüm bu tekliflere rağmen düzenli ordu periyodunda  askerliğin her zaman  popüler bir meslek olduğu söylenemez. Bu biraz da sürenin uzunluğundan sanırım. Ordu kronikleri kimlerin askerliğe tabi olduğu hakkında bilgi vermediği gibi hizmet süresinde er ve erbaşlar arasında da ayrım yapmaz.  Codex Theodosius’da yer alan çeşitli kanunlar (7.18)  askere alımlar ve asker kaçakları hakkında. (7.13.4, 5, 10) daki üç kanun maddesinden askerlik vazifesinden kaçmak isteyen erkeklerin bir parmaklarını kestirerek kendilerini sakatlama yoluna başvurdukları anlaşılmakta. Fakat bu adayların neden askerliğe tabi oldukları belli değil.   Sonuçta kanun bu erkekleri öyle ya da böyle askeri ve sivil bürolarda değerlendirmekte ısrarlıdır.  Kendilerini kasıtla sakatlayan köylülerin durumundan arazi sahiplerini sorumlu tutar.   Dördüncü yy sonlarında Mısır’da kendi parmağını kesen bir adam fiziksel durumunun elverişsizliğini bahane eden bir mektup yazarak bu görevden sıyrılmaya çalıştı- akıbeti belli değil.

 

Ordu Donatım

Tetrarchi sisteminde her eyaletin kendisine ait bir ordusu olduğu için toplamdaki asker sayısını tahmin etmek zor ama Diocletian’ı pek sevmeyen Lactanius’a göre o kadar çok güçlü gürbüz insan askere alınmıştı ki toprağı işleyecek adam kalmamıştı ve bu durum tarımı olumsuz yönde etkilemişti. Kesin olmamakla beraber Diocletian zamanında ordu bünyesindeki toplam asker sayısı 600 bin civarı sağlıklı /engelsiz adam olarak verilir. Diocletian’ın ekonomik politikalarını biraz da şişirilmiş ordu ihtiyaçları ve maaşları etkiledi.   Üçüncü yüzyılda ihtiyaç duyulan ordu donatım malzemelerinin eyaletlerden sağlanması yaygındı ve Diocletian zamanında da bu değişmedi.  Diocletian sadece malzeme tedarikine dayalı bir sistem kurmadı, ayrıca Lactantius ve John Malalas’ın aktardığına göre silah üretim merkezleri de inşa ettirdi ve bu atölyeleri orduya daha iyi hizmet edebilmeleri için hudutlara yakın noktalarda kurdu ve atölyelerde sadece askerler değil sivillerde çalıştı.  Askerlerin çoğu kırsaldan ve çiftliklerden işe alınmış, ve el işçiliği becerilerine zaten haiz insanlardı ve orduya hazır iş gücü sağlıyorlardı.  Ama ordu aynı zamanda siviller için de iş imkanı sağlıyordu.  Sanatkar ve zanaatkarların dışında orduya taze meyve –sebze ya da başka şeyler satmak için dolaşan  seyyar satıcılar  her zaman vardı. İmparatorluk ordusunun beslenme alışkanlıkları üzerine aşırı titizlenir,ama askerlerin fazla yağlanmasından pek hoşlanmazdı.  Vitamin,protein yetersizliklerinden doğacak rahatsızlıklar ve bulaşıcı hastalıklar Roma askerlerinin ne kendileri, ne de binek hayvanları için dileyecekleri bir şey değildi.  Atlar ve çeşitli binek hayvanları için ayrı bölmeler inşa edildi ve veterinerlik sınıfları da belli ki oluşturuldu. Askerlerin ihtiyaç duyacağı şarap ve C vitamini eksikliğini kapatmak için tercih ettiği sirke, yağ ve çeşitli çeşnilerin teminini  ordu genellikle kendisi karşıladı ve belli lokasyonlarda ürettirdiği malzemeleri askeri bölgelere kendisi sevk ettirerek oradan da ayrı bir sektör açtı.   Taze tüketilmesi gereken et, sebze ve süt ürünleri ise lokal popülasyondan sağlandı.  Ama bu alışverişler de ciddi bir denetim altında yapılırdı.  Üçüncü yüzyıl sonuna  kadar ordu levazımının bir sistematiği olup olmadığı tartışmalıdır. Doğu ve Mısır eyaletlerinde  malzemelere önceden belirlenmiş fiyatlar üzerinden ödeme yapılırdı.  Bir görüşe göre  ordunun ihtiyaçlarını karşılamak her birliğin kendi komutanının sorumluluğundaydı ve onlar da çevrelerindeki köy ve yerleşimlerin resmi sorumluları ile pazarlık eder ve alışverişlerini  karşılığı sonra ödenmek üzere yani açık fatura usulü  gerçekleştirirlerdi. Alternatif görüşe göre bürokrasi çarkları çok eskiden beri işlekti ve satın almada  hükümet (eyalet yönetimi) daima merkezi rol üstlendi.

Dördüncü yüzyılda ordunun genel ihtiyaçlarını karşılamak  eyalet valileri sorumluluğundaydı ancak asıl sorumluluk kent konsüllerinin omuzlarındaydı ve kent konsülleri yerel elitlerden oluşurdu.  Kent konsülünün görevlendirdiği liturgistler belirlenen ordu ihtiyacını kalem kalem toplar ve ordu tarafından teslim alınmak üzere belli bir noktaya hazırlardı.   Erzaksız kalan askerlerin köyleri yağmalamasını engellemek için kale ve garnizonlarda yeterli miktarda malzeme bulundurmasına yönelik kanunlar var. Arazi sahipleri , topraklarının genişliği nispetinde askerlerin üniforma ihtiyaçlarını karşılardı.  Çok çeşitli yerlerden gelen askerlerin beslenme alışkanlıkları otçul, etçil  vb farklılıklar gösterse de genel olarak her askerin fiziksel ve zihinsel aktivitelerinin düşmemesi için ihtiyaç duyacakları asit ,yağ, protein vb gibi ihtiyaçlar daima dikkate alındı ve seferberliklerde askerlerin seyyar satıcılardan yapacakları  alış verişlerde “sade ve askerce,” olmaları beklendi.

Diocletian zamanında zaten var olan  ekipman üretimi iyice ağırlık kazandı ve fabrica adı verilen silah üretim merkezleri standartize edilip, merkezileştirildi.   Bu fabrikalar sınır üstünde değil ama  ulaştırmaya elverişli büyük yollar ile askerlere yakın hudut bölgelerinde kurulurdu.  ND’ye göre fabrikaların süpervizörlüğü magister officiorum’a aitti.  Silah üretiminin konsolidasyonu ve muhafazası sivil magistrate sorumluluğundaydı. Böylece olası isyanlar kontrol altına alınmış olurdu.   Orduya ilaveten üniforma standartları da getirildi ve ona göre üretim yapacak atölyeler ve boyama fabrikaları da kuruldu.  Tarım bölgesi olan Mısır’da henüz  bir fabrika izine rastlamadı.  Mısır’a en yakın sanayi bölgesi Damascus (Şam), Antioch (Antakya), Edessa  (Urfa) ve daha sonra inşa edilen  Kilikya’daki Irenopolis (Adana-Osmaniye) idi ve muhtemelen ihtiyaç duyduğu malzemeler buralardan sevk edildi.

Bedelliler

Belki inanmayacaksınız ama bedelliler de tee o zamanlardan beri vardı. PA 35* e göre; Emekli  Paesius’un oğlu da askerdi ve Mısırdaki askere alımdan sorumlu bir prefectti (askerlik şube başkanı? ) ancak Karaniste geçirdiği  3 gün boyunca tek bir asker bile alamamıştı. Köy bu sefer asker vermek yerine 2 solidi ve 50 gümüş talent ödemeyi teklif etmişti. Bu mektuptan modern bedelli askerlik anlayışının o zamanlarda da (340’lar) olduğu anlaşılmaktadır.  Ancak kaç kişinin bedelli yaptığı belli değildir.  Fazla sayıda olmadığı düşünülür. Sonra çıkartılan Codex Theodosius  bedelli oranını kişi başı 36 solidi olarak belirledi ama 375 senesinden önce uygulanmadı. Abinnaeus zamanında belki henüz resmi bedelli ücreti henüz belirlenmemişti ve o zamanki teklif sadece bir tür yerel pazarlıkla sınırlı idi

**PA: 340-345 senesinde Mısır Dionysias kale komutanı Abinneaus arşivi anlamında

 

 

Kaleler

Mısır’da tahmini 20 bin ile 30 bin arasında asker vardı.   Ve sonra rakam ikiye katlanmıştı.  Asker sayısının artması askere alım metodlarını da etkiledi.  Küçültülen birlikler hudut boylarına dağıltıkça yeni kaleler inşa etme ihtiyacı doğdu. Tetrarşi döneminde kale inşaaları hız kazandı ve ayrıca idari binalar, koğuşlar ve depolarda inşa edildi.  Ve kaleler sadece askeri  otoriteye değil sivil mültecilere de ev sahipliği yaptı.   Tercihen tepelere,dar geçitlere,  nehirlere ve yol kenarlarına inşa edilen kalelerin bir amacı da coğrafyayı avantajlı kullanabilmekti.  Askerlerin çoğu arazide olduğu için,eskiden geniş tutulan askeri kamplara göre  kaleler sınırlı konaklama imkanına sahipti. Dördüncü yüzyılın başlıca kaleleri, Babylon, Luxor,Philae’de, ayrıca  Nil’i Doğu çölünün madenleri ve limanları ile birleştiren çöl yolları boyunca halen varlıklarını sürdürmektedir.  Malalas’ın yazdığına göre Diocletian  Pers hudutu boyunca Mısır’ın kireçtaşlarından kaleler yaptırmıştı.

Doğu çölü, Nil’in batı çöllerine göre daha ağır silahlandırılmıştı.  Burada savunma amaçlı yaklaşık 60 site keşfedildi. Bu kaleler  Kızıldeniz’den gelen ve giden tüccarlar ve gezginler için dinlenme imkanları da sunuyorlardı.  Askerler devriye yapıyor,ticaret yollarını  gözetiyor ve madenleri koruyorlardı.  Kaleler bölgenin ihtiyaçlarına göre gümrük işlemleri dahil idari hizmetler sunuyor  ve ayrıca taşınacak materyaller için lojistik destek veriyordu.  En fazla güçlendirilmiş yollar Nil’in batı yakasındaki Koptos ve Kaine’e çıkıyordu.  Coptos’da birleşen 2 anayoldan biri güneydoğudaki Berenice’i ve diğeri de doğudaki Myos Homos limanını kente bağlıyordu.  Kaine’e çıkan iki yol Abu Sha’ar ‘dan başlayıp önemli taş ocaklarını dolaşarak Mons Claudianus ve Mons Porphyrites’e uzanıyordu.

 

 

Nil’in batısındaki çöl garnizonları, ekonomisi daha önemli olan doğu çölü kadar ağır silahlandırılmamıştı ama buradaki kalelerin önemli rolleri vardı. Kharga vadisindeki kaleler Batı çölündeki birliklerin fonksiyonları hakkında bilgi verir.  Qasr el-Ghueita’daki büyük kale vadideki tüm kalelerin ortasındadır ve Amun’a adanmış bir tapınağa çok yakındır.  Qasr kalesi vadinin güney hudutunu gözetir ve kuzeyi Someira ve El Deir tarafından korunur.  El Deir, Kharga’daki en büyük kaledir ve Diocletian zamanında inşa edildi.  Kharga’daki askerler vadinin iç ve dış güvenliği ve ayrıca Blemyes aşiretlerinden gelen tehditlerle ilgilenmek durumundaydı.

Terhis ve Emekliler

Farklı referanslar eşliğinde emeklilerin genellikle son görev yaptıkları bölgeye yerleştikleri ileri sürülür. Büyük olasılıkla doğrudur. Ama evlerine, memleketlerine dönenler de oldu.   Octavius zamanındaki ilk emekli partilere verilen topraklar İtalya’dan hayli uzaktaydı. Onlar bu durumdan çok memnun olmadı. Bir kısmı belki toprak değil mi alayım, satayım ve sonra memlekete döneyim diye düşündü ancak emeklilikle hak edilen toprakları satma hakları yoktu ve ilaveten burada da bir süre kamu hizmeti yapmaları ve bölgeyi Romalılaştırmaları bekleniyordu. Ama tabi ille de memleketim diyenler emeklilik tazminatından feragat edebilirlerdi.  Bir kısmı kendilerine gösterilen topraklara yerleştiler ve bu yerlere sonraları koloni dendi.  Fakat toprak sadece standart 20-25 sene hizmetin üstüne artı 4 sene daha hizmet edenlere veriliyordu.  Albay anlamına gelen kolonel rütbesinin kökleri ilk kolonistler olabilir.  Bir ve beşinci yüzyıl arasındaki Roma ordusu hakkında söylenenler aslında standarttır ama tartışılan emeklilere tanınan bir takım imtiyaz ve ayrıcalıkların tam olarak ne zaman başladığıdır.   İşin aslı bu ayrıcalıklar her zaman vardı.  Ama kastedilen hiçbir zaman yerel elitlerin nüfuzunu tehdit edecek türden tepeden inme ayrıcalıklar olmadı. Emekliler ister son görev yerleri olsun ister baba ocağı- sonuçta bulundukları yerdeki diğer emeklilerle aralarında daima  bir tür sosyal ağ kurdular. Birbirlerini tanımasalar bile ortak tanıdıkları veya anıları vardı. Aynı dili konuşuyorlardı.  İmparatorluk içinde ve dışında görev yıllarından edindikleri politik veya değil sosyal çevreleri vardı. Emeklileri ticarete teşvik eden Konstantin oldu. 320 yasası ile emeklilere sahipsiz topraklar dağıtma kararı alan Konstantin, kamu hizmetleri faslını da  kaldırdı. Emekli askerleri üretim ve ticaretle meşgul olmaları için bilhassa teşvik etti, nakit kredisi, öküz, tahıl veya uğraşmak istedikleri ticaret dalına göre çeşitli malzeme de sağlayarak kendi işlerini kurmalarına destek oldu ve gümrük dahil çeşitli vergilerden muaf tuttu.  Bu tip teşvikler bilhassa aşağı sınıflar ve yabancılar için oldukça cazipti ve onlar kendilerine gelecek inşa etmek için askerlik kariyeri yapmakta istekli oldular.  Bu da tabi ayrı bir kriz yarattı. 4.yy hatibi Libanios Ordu’yu Antioch (Antakya ?) aristokrasisini fakirleştirmekle suçladı. Çünkü ordu, hem de aristokratların topraklarında çalışan köylülerden kendi burjuvasını yaratıyordu. (Kastettiği aldıkları kredi ile yarıcılık yapmaya başlayan werkler olabilir. Belki kendi ticaret ağlarını kurdular. Çünkü emekli askerlere dağıtılan sahipsiz topraklar o tarihte 300 dönümden fazla değildi ve 300 dönümlük tarla hiçbir toprak zengini için tehlike oluşturmazdı)   Kararların olumsuz etkileri çok tartışılmasına rağmen nedenleri fazla tartışılmadı.

 

Aşağıdaki  tablo 3.yüzyılda askerliklerini tamamlamış Trakya doğumlu askerlerin hangi birlikten,hangi rütbe ile emekliye ayrıldıklarını ve  emeklilik sonrası memlekete döndüklerini gösterir (Veterans and Society in the Roman Serdica- Ilian Boyanov).  Türkiye’de epeyce Roma mezarı var ama künyeleri veya teskere anlamına gelen diplomalarla alakalı bir liste var mı açıkcası bilmiyorum.  Toprak hakkı kazanmayan veya ekstra 4 sene daha askerlik yapmayı tercih etmeyen emekliler yaşayacakları yeri biraz da bütçelerine göre seçerlerdi- kesin olmamakla beraber kamu hizmeti zaruriyetlerinden dolayı muhtemelen artık nereye yerleşmeyi planlıyorlarsa herhalde bunu önceden bildirip gerekli izinleri de almak zorundaydılar.

 

Kaynaklar

Kharga Oasis and Thebes: The Missing Piece of the Puzzle in the Relocation of Amen Worship in the 27th Dynasty? Michinori OHSHIRO

 

Flavius Abinnaeus, praefectus alae, Karolien Geens

 

Flavius Abinnaeus and his Ala V Praelectorum,  K.L.G.M. Brouwers

 

Egyptian Units and the reliability of the Notitia dignitatum, pars Oriens, Anna Maria Kaiser

 

al-Qasr: the Roman Castrum of Dakhleh Oasis , Paul Kucera

 

Egypt, Augustus and Roman taxation ,Monsieur Dominic Rathbone

 

Roman Military diplomas, Margaret M.Roxan

 

Veterans and society in Roman Serdica,Ilian Boyanov

 

The Roman army in fourth-century ce Egypt,Jon Bruce Manley

 

Mechanics of Empire: the Karanis Register and the Writing Offices of Roman Egypt , W. Graham Claytor VI

 

The logistics of the Roman army at war (264 b.c. - a.d. 235), Jonathan P. Roth

 

Türkçe Araştırmalar

 

Roma dönemi Küçük Asya procuratorları; Asuman COŞKUN ABUAGLA

 

Anadolu’da Roma lejyonları ve askeri birlikleri, Mehmet Bülent Şenocak

 

Roma ordusunda lojistik, M. Bülent SENOCAK

 

Anadolu’nun Galat kökenli kralları: Amnyntas ve sonrası,  Yrd. Doç. Dr. Kevser Taşdöner

 

Ve önemli not : faydalandığım tüm kaynaklar  terimlerin evrimlerini detayla açıkladılar-ama ben basit ve akıcı bir dile gittim.  Devam edecek

 



Bu yazı 7551 defa okunmuştur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YUKARI